28 Ekim 2024 Pazartesi

ZELİŞ NEREDE?

necati cumalı, 1959 yılında "tütün zamanı" nı yayımlanmıştı. üstat daha sonra roman kahkamanının adıyla yayımladı bu yapıtı: "zeliş". o günlerde, bir bölük edebiyatçı arkadaşıyla ankara'ya, türk dil kurumu kurultayına gitmişlerdi. kimler yoktu ki grupta? sabahattin kurdet, sami karaören, salah birsel, behçet necatigil... kaldıkları otelin lobisinde otururlarken, yine cumalı neşe içinde anlatıyor : "zeliş kazanıyor, ben harcıyorum. zeliş kazanıyor, ben yiyorum..." o böyle zevkle kitabının yaptığı baskı sayısıyla övünürken, lobide oturan bir hacı ağa kılıklı haifte külhani yabancı oturduğu yerden cumalı'ya seslendi: "bey baba, bu zeliş dediğiniz kadın, kaç numarada çalışıyor?"

İLK ALINACAKLAR...

12 mart 1971 ilanının ardından aziz nesin emektar valizine eşyalarını ve traş sabunu koymayı unutmayıp, sırtına pardösüsünü geçirip evin önünde bekler, ikinci sigarasını yakarken askeri bir cip gelir, asteğmen aziz nesin'i alıp yola devam eder. biraz gittikten sonra aziz nesin arka koltuktan çavuşa: - 'şu söğüt ağacının yanından sağa sap' der. asteğmen elindeki kâğıda bakar ve çavuşa sapmasını söyler. birkaç yüz metre sonra aziz nesin: "şimdi sola gir, düz git, beyaz badanalı dört katlı bir apartman göreceksin onun önünde dur" der. asteğmenin onayıyla çavuş denileni yapar. aziz nesin çavuşun sırtına az biraz abanıp açık camdan: - “gel kemal" diye seslenir ve kemal tahir elinde valiziyle cipe biner. asteğmen şaşkın: -"nereden biliyordunuz sizi almaya geleceğimizi" diye sorar. kemal tahir acı acı gülümser. - "sen daha çok gençsin, zamanla öğrenirsin. bu ülkede ne zaman ortalık karışsa, ne zaman sıkıyönetim ilan edilse önce bizleri götürürler. alıştık artık!" der. AZİZ ÜSTEL

BALIÇIYSAN VERGİ VER

sürgüne gönderildiği bodrum'dan esinlenerek 'halikarnas balıkçısı' adını kullanan cevat şakir kabaağaçlı'yı maliye gerçek bir balıkçı sanıp vergi almaya kalkmış ve yevmiye defterlerini istemiştir. ÖZDEN ALPDAĞ

21 Ekim 2024 Pazartesi

SOKAK PATLAYICILARI

Fransa da anarşist bir öğrenci yargılanmaktadır hakim sorar …—Kampfmeyer adlı Alman bir anarşistle samimi arkadaşmışsınız. —Aramızda bir samimiyet olamaz. Ben tek kelime Almanca konuşamam, Kampfmeyer de Fransızca bilmez. —Patlayıcı madde bulundurmaktan suçlanıyorsunuz. Büronuzda on bir patlayıcı ve bir şişe cıva bulundu .—Onları babam vefat ettiğinde yatak odasında bulmuştum. —Anneniz sorgusunda bu patlayıcıları babanızın sokaktan bulduğunu hatırladığını söyledi. —Bu mümkün. —Bu mümkün olamaz. Sokakta patlayıcı ne gezsin?! —Hâkim bey,bana geçtiğimiz gün “Onları pencereden atmış olmalısınız” demiştiniz ya. Demek ki sokakta da patlatıcı olabilirmiş.

YÜZEYSEL DÜŞÜNME

Craig McGregor’un, “Pop Kültür Oluyor” adlı derleme kitabındaki yazılardan birinde, bir anekdot aktarılır. Sosyalist arkadaşa sorulur: Sosyalizm, neden iyidir? Arkadaş, “çünkü kapitalizm kötüdür” diye yanıtlar. Bu, herhangi bir açıklayıcı argüman barındırmayan karşılık, ikinci soruyu kaçınılmaz kılar: Peki, kapitalizm neden kötüdür? Yanıt, beklenenden farklıdır: Çünkü sosyalizm iyidir...

LİSAN- I TERBİYE

Selim, müsveddede şöyle diyor: “Besmeleyle başladım ben bu dîvâna Lisânım dâne dâne hem pek ayâna Ne Fürsî kitâbın öğrendim ve ne Arabî Ve ne lisân-ı Hicâzî ve ne Acemî Okumadım üstâddan Gülistân Bûstân Lis§ânım kaba Türkçedir o husûsdan” 1787’de bitirildiği metnin içinde söylenen; işlenmiş, vezne çekilmiş ve edebî olarak terbiye edilmiş metinde ise Arapça ve Farsça bilmediğini söyleyerek kafesteki eğitimi üzerine bir ışık huzmesi tutan Selim’in sözleri şu hâle konmuştur: “Gerçi eş‘ārımda nükte yokdurur Hem fesāhatde kusūrum çokdurur Anı ben görmedim üstāddan hem Hilāfım yok benim Allāhu a‘lem Ne Fürsī okudum ben ne hod TāzīNe ta‘līm eyledim nazm-ı Hicāzī Ne Bustān okudum ben ne Gülistān N’ola ‘afv eylese erbāb-ı ‘irfān” 1785’te, Selim’in kullandığı dilin “kaba Türkçe” olduğunu söylemesi nerede, bu irfan sahiplerinden özür dileyen üslûp nerede! HAKAN ERDEM

BENZİNCİ BAŞKAN..

Hillary ve Bill Clinton bir benzinciye girerler. Pompadaki adam özellikle First Lady'e çok sıcak davranır. Arabalarına binip yola devam ederlerken Hillary eşine pompacının ilk erkek arkadaşlarından biri olduğunu söyler. Bill kendinden emin bir şekilde şöyle der: " Bir benzinciyle evleneceğine benimle evlendiğine memnun musun?" Hillary yanıtlar: " Eğer onunla evlenseydim, başkan o olurdu." (marilyn yalom evli kadının tarihi)

FUZULİ VE RUHİ

Fuzuli ve Bağdatlı Ruhi arasında bir atışma geçiyor doğruluğu bilinmez ama kelimelerle yine iyi oynadıklarından doğruluğu tartışılmaz gibi görünüyor. . Yolda bir gün karşılaşan ikilinin karşısından köpek geçiyormuş, Bağdatlı Ruhi de Fuzuliye sormuş 'Bu it ne gezer burada Fuzuli.' diye. Fuzuli ise  'Vur tekmeyi, çıksın kıçından ruhi.' diye cevaplayarak nükteli noktayı koymuş.

19 Ekim 2024 Cumartesi

BAY PADİŞAH

İsmail Hâmi Dânişmend ANLATIYOR. r "Rahmetli dostum romancı Reşat Nuri Güntekin'in hayâtı maârifte (millî eğitimde) geçmişti. Bir gün tuhaf bir şey anlattı: 'Bey', 'Efendi', 'Paşa', 'Ağa' vesâire gibi lâkapların kaldırılmasına ait kanun çıktan bir müddet sonra bâzı târih öğretmenlerinin derslerinde, bu kânûnu geçmiş zamanlara bile teşmil ettikleri Millî Eğitim'e aksetmiş! Bu devrimci öğretmenler sınıflarında derslerini verirlerken Fâtih Sultan Mehmet yerine 'Bay Fâtih', Yavuz Sultan Selim yerine 'Bay Yavuz' yâhut 'Bay Selim', Kânûnî Sultan Süleyman yerine Bay Kânûnî, yâhut 'Bay Süleyman' ve Hürrem Sultan yerine de Bayan Hürrem' derlermiş. Hatta bu lâkap devrimini pâdişahlara olduğu gibi devlet adamlarına da uygularlarmış. Meselâ Sokullu Mehmet Paşa yüz yıllarca sonra ad değiştirip Bay Sokullu', Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 'Bay Kara Mustafa', Ali Paşa 'Bay Ali' ve Keçecizâde Fuat Paşa Bay Keçeci Fuat olmuş! Nihâyet iş Millî Eğitim'e aksetmiş, baylık kanununun kendisinden önceyle ilgili olmadığı bildirilmiş!.." DURSUN GÜRLEK

ELMA

Nerede okumuştum hatırlamıyorum. bir akşam sohbette misafir demiş ki, --Elma erkekliği öldürür. Ev sahibi , --Olur mu canım demiş ne alakası var? misafir anlatmış --Bizim Muğla da develer kızıştığı zaman istekleri sönsün diye elma yedirirlerdi. Sohbetle arası olmayan biri biraz meyve getireyim diye odaya geçer. Masadakiler seslenirler.--Elma getirmede ne getirirsen getir derler.

ÇAKMAK

"Köyün birine eski zamanda bir `çakmak` getirmişler. Çakmak o kadar değerli ki, sağı-solu yakmaması, yanlış işlerde kullanılmaması için güvenilir birine ,muhtar'a teslim etmişler. Muhtar çakmağı alınca, ateşin sahibi olarak giderek saygınlığı artmış, Saygı arttıkça Muhtar`ın kibri de büyümüş.Etrafında daha çok saygı, daha çok korku beklemeye başlamış. Ateşi kendine verenin köylüleri olduğunu unutmuş. Dalkavuklarında tahrikleri ile ateşi baskı ve korkutmak için kullanmaya başlamış, kiminin evini, kiminin tarlasını yakmış.Tarlalar sürülemez, evler yaşanamaz hale gelmiş. Muhtarın baskısından köylüler yavaş yavaş köyden ayrılmaya başlamış..Muhtarın köylülerinden biri çevre köylerden birine gitmiş. :-Sizde çakmak yok mu? diye sormuş.Köylüler "var" demişler. -Pekiyi sizin köy böyle nasıl gelişti, bağınız bahçeniz yanmadan nasıl böyle kaldı? Bizim köyde her şey tarumar oldu.Köylüler; "yoksa siz çakmağı bir kişiye mi verdiniz?" -Evet, Muhtar`a verdik. "Eyvah!.. Büyük yanlış yapmışsınız, hiç çakmak bir kişiye verilir mi? Hayır, biz öyle yapmadık, biz çakmağı bir kişiye verdik, çakmak taşını başka bir kişiye, benzinini başkasına verdik. Ateş yakmak için üçünün bir araya gelmesi gerekiyor. Biri yanlış bir şey yapmaya kalksa, ötekiler izin vermiyor. "-Desenize biz hepsini bir kişiye vermekle KENDİ KENDİMİZİ YAKMIŞIZ..." TURGUT ÇAMER

PENCERE..

....Kuştepe de indik. Gültepe'ye gideceğiz.Arada ev yok.Hava soğuk ve yağışlı.Elinmde sazım belime kadar çamur içindeyiz. Bir kahve gördük. İttik kapıyı. Eşik yüksek. Güç bela girdik. Amcam, kahveciye, ,--Bir çay ver ısınalım. donduk dedi. Kahveci -Tamam yağenim de kapı dururken pencereden niye girdiniz ? dedi. Biz eşik niye yüksek diye düşünüyorduk.iklim koşullarından biz de pencere tavan da olurdu. Burada böyleymiş ne bilelim? REİS ÇELİK

15 Ekim 2024 Salı

DAREN ACEMOĞLU DEYİNCE...

Daron Acemoğlu Nobel aldı, Türk oldu. Aklıma şu anekdot düştü:İrlandali oyuncu R. Harris bir ödül kazandığında, "İngiliz oyuncu onurlandırildi" diye yazan İngiliz gazeteleri; Harris bir barda kavga edip tutuklandığında "İrlandali oyuncu tutuklandı" şeklinde haber yapmıştır... ALİ İSMAİL BARASİ

12 Ekim 2024 Cumartesi

DEVRİMCİ VE MİLLİYETÇİ

"O dönemde, okul terbiyesi, sadece milli gurur aşılamakla yetinmiyordu. Bir de işin, bağımsızlığın koruyucusu olmak tarafı vardı. Mustafa Kemal'in Gençliğe Hitabesi defalarca okunurdu ve biz gerçekten de böyle bir ödevimiz olduğuna inanırdık. Gençlerin birçoğu, o gün bize aşılanan yurtseverlik duygularını şoven milliyetçilik gibi görüyorlar. Evet, doğru, üçüncü sınıftan itibaren her sabah, ilk derste ayağa kalkar, "Türk'üm, büyüğüm, atam, soyum ulu dur!" derdik. Ama o günün koşullarında, bu, Türk'ün başka soylara üstünlüğünü iddia etmek anlarnına gelmiyordu. Daha ziyade Türk'ün kendini bulması, ezilmekten, küçük görülmekten kurtulması çabalarıydı bunlar. Ve ezilen ulusların milliyetçiliğine yakın devrimci bir milliyetçilikti. YILDIZ SERTEL-ARDIMDAKİ YILLAR

SAÇ İLACI REKLAMI

...Gene köylülerle yapılan bir Marksizm seminerinde, hoca iki tane portre gösteriyor, bir tanesi kafası çıplak olan Devlet Başkanı Rákovsi'nin, ötekisi saç ve sakal içinde Karl Marx'ın. Hoca köylülere soruyor: "Bunlar kim?" Bir tanesi cevap veriyor: "Bu efendim! Saç ilacı reklamı. ARDIMDAKİ YILLAR-YILDIZ SERTEL

NAMAZ VE VİCDAN

Bir yabancının gözlemlerinde geçen ifadedir. Bir tacir yalan söyler, aldatır, sonra namaz kılar sonra yalan söylemeye aldatmaya devam eder. Bir paşa ,zalimane emirler verirken ezanı duyar, abdest alır, huzurla secdeye varır, sakalını sıvazlar, namaz sonrası zalimliğine kaldığı yerden devam eder. çünkü vicdan ile namazı arasında bir rabıta yoktur ve kimse bundan arlanmaz.herkes kılınması gereken zamanda namazını kılar ve bunula herşey bitmiş olur. (Şehbenderzade filibeli Ahmet Hilmi tarihi islam 535-538 )

GAİLİLO VE GERİ VİTES

Galileo, 1610'da "Dünya dönüyor" tezini ileri sürdüğünde bir anda kendini engizisyon mahkemesinin karşısında bulur.Sürecin ölümle sonuçlanacağını gören Galileo, iddiasından vazgeçer. Çünkü evrenin sonsuz olduğunu iddia ettiği için engizisyon mahkemesi tarafından 1600 yılında Roma'da diri diri yakılarak idam edilen meslektaşı Bruno'nun hatırası henüz çok tazedir.  Galileo'dan bu geri adımı beklemeyen öğrencileri çok üzülürler ve az sonra hocaları yanlarından geçerken onun da duyacağı bir tonda; "Kahramanı olmayan toplumlara ne yazık" diyerek sataşırlar. Bunun üzerine Galileo hafifçe başını çevirir ve  "Asıl, kahramanlara ihtiyaç duyan toplumlara ne yazık" der ve yoluna devam eder.

YANDAŞLAR YANIMIZDA

“Kendine aydın denilen birçok insan kim iktidara gelirse ona yandaş oluyor” bunu nasıl karşılıyorsunuz? sorusuna Rus devrimci Lenin’in iktidara geldiklerinde arkadaşlarına hitaben “Arkadaşlar biz artık iktidardayız. Bu, artık bütün alçakların da bizimle beraber olacağı anlamına geliyor” sözleriyle cevap verdi.

8 Ekim 2024 Salı

BÜYÜK GÜNAH, KÜÇÜK GÜNAH

Anadolu ve Rumeli kazaskerlerinin de bulunduğu bir toplantıda Mevkufatçı ( Bir bakıma bu günkü örtülü ödenek işlerine bakan memur ) Kara Abdullah  toplantı sonrası  kurulda bulunanlara tek tek dua etti. . Bu  hareket üzerine sadrazam neden dua ettiğini ve kazaskerleri neden övdüğünü sordu. Kara Abdullah sadrazama : Sulatanım ! Çocuklarımdan birisi bir hastalığa tutuldu . ilaçlar fayda vermedi . Ben de: “ Ey sıtma , çocuğumu bırakıp gitmezsen Anadolu efendisi İmamzade’nin bütün günahları senin boynuna olsun !” dedim. Böyle der demez çocuğum hemen iyi oldu” dedi . Anadolu kazaskeri müstesna , divandakilerin hepsi bu sözlere güldüler . Fakat sadrazam “ Niçin Rumeli kazaskerlerinin günahlarını havale etmedin ? Deyince Kara Abdullah şu cevabı verdi: “Yok sultanım onu böyle küçük şeylere sarf etmem ,çocuğumun ( Veba hastalığına ) taununa saklarım.” SELAHATTİN TANSEL

UFUK ÇİZGİSİ

"Kruşçev bir konuşması sırasında "Komünizmin çoktan ufukta görünür olduğunu" söyler. Dinleyenlerden biri sorar; ufuk nedir? Nikita Sergeyeviç Kruşçev, "Sözlüğe bak." der. Soruyu soran evde sözlüğe baktığında şöyle okur: 'Ufuk, gök ve yeri birbirinden ayıran ve yaklaştıkça uzaklaşan hayali bir çizgidir."'

MAHCUBİYET

Paşanın birinin kanunsuz bir işi varmış, ve bu işi yapması için, eski suçlulardan birini bulup serbest kalması karşılığı anlaşırlar. Ancak adam işi yaparken suç üstü yakalanır ve mahkemeye çıkarılır.mahkeme sonucu adam idam cezası alır. Adam götürülürken, kendini suça azmettiren paşayla göz göze gelir. adam son bir gayretle 'hadi ne yapacaksan yap götürüyorlar' der gibi paşaya bakar,paşa adamın kulağına eğilir ve usulca: aman evladım der, bir kuru can için bizi mahçup etme.

VATAN

Türkiyeli bir Ermeni, Erivan'a gelmiş. Trenden inince bavulunu yere bırakmış. Eğilip toprağı öpmüş, "Vatan!" demiş, başını kaldırmış, bavulu yok, "Kahrolsun böyle vatan!" demiş. YILDIZ SRTEL-

İŞKENCE

Bir deniz kazasından sağ kurtulup ıssız bir adaya düşmüş olan bir mazoşist ve bir sadistin hikâyesini anlatan bir fıkra vardır. Bir süre sonra mazoşist kalkmış sadiste sormuş, “Acaba bana işkence edebilirmisin ?” Sadist de mazoşiste şöyle bir bakmış, gülmüş ve demiş ki, "Tabii ki sana işkence edemem !” Benlik Pratikleri Zygmunt Bauman

YAZAMAYAN YAZARLAR

Ana María Moix Latin Amerika edebiyatının seçkin isimleriyle yetmişli yıllarda bir öğle vakti yemeğe gittiğini anlatmıştı: Vargas Llosa, Gabriel García Márquez, Bryce Echenique, José Donoso, Jorge Edwards... Barselona'da siparişinizi bir kâğıda yazıp garsona verdiğiniz bir lokantaya oturmuşlar. Ancak içki içip söyleşmeye daldıklarından, siparişlerini yazmaları için masaya konan menüyü ve garsonların siparişleri yazdılar mı diye ikide bir gelip kontrol ettiğini fark etmemişler. Müşterilerinin bu kadar gevezeliğe dalıp lokantanın sunduğu lezzetlere bu kadar ilgisiz kalmalarına canı sıkılan şef garson sonunda yanlarına yaklaşmış ve öfkeli bir sesle sormuş: "Bu masada kimse yazı yazmayı bilmiyor mu?” İRENE VALLAJO

TANRI'YA CEZA

1918' de Moskova' da, Anatali Lunacharski Tanrı'ı yargılayan bir mahkemeye başkanlık etti.Bir İncil sanık sandalyesine oturtuldu.Savcıya göre, Tanrı tarih boyunca insanlıga karşı sayısız suç işlemişti. Savunma avukatı Tanrı'nın suç ehliyeti olmadıgını iddia etti: zira ileri derece bunaklıktan muzdaripti: ama mahkeme onu idama mahkum etti.1918'de bugün, şafak vakti, beş mitralyöz mermilerini gökyüzüne dogru boşalttı. ...Ve Günler Yürümeye BaşladıEduardo Galeano

7 Ekim 2024 Pazartesi

SOSYALİZMDEN KOMÜNİZME GEÇİŞ

Yaşlı bir adam bir birahaneye gitmiş. Tezgahtaki adama sormuş: "Kaç fıçı biran var?" "100," "Kaç para eder?" "500 ruble." "Al 500 rubleyi. Kapıya bir ilan as: 'Bira bedavadır." Adam ihtiyarın dediğini yapmış. Biranın bedava olduğunu duyan halk üşüşmüş. Kuyruklar büyümüş. Kavgalar olmuş, masalar devrilmiş, camlar kırılmış. Sonunda bira bitmiş, birahanede ne sağlam bir eşya ne bir bardak kalmış. Herkes çekilmiş. Birahane sahibiyle, ihtiyar karşı karşıya kalmış. Adam, ihtiyara sormuş: "Ben sana ne kötülük ettim ki, birahanemi bu hale getirdin?" "Görüyorsun ki ben yaşlı bir adamım. Bu işin sonunu göremeyeceğim. Bilmek istedim, sosyalizm aşamasını geçip komünizme (parasız topluma) ulaştığımız vakit, nasıl olacak." Ardımdaki Yıllar Yıldız Serte

ŞAİR VE ŞAİRE

Koca Ragıp Paşa devrinin (1998-1762) şairesi Fıtnat Hanım'la şairi Haşmet hazırcevaplıkta, nükteli, cinaslı sözlerde yarışırlar; birbirlerini mat etmeye çalışırlarmış. Bir yıl, Berdelacuz'un sonuna bir gün kala, Fıtnat Hanım'a Laleli'de rastlayan Haşmet, geriden: "Şu kocakarı soğuğundan illallah!.." diye laf atmış. Önde yürüyen şaire, hemen başını çevirip cevabı yapıştırmış: "O yarın çıkıyor amma, arkadan gelen koca öküzü neyleyelim?" SERMET MUHTAR ALUS

NASREDDİN HOCA'NIN SİLAHI

Nasreddin Hoca zamanında halkın silah taşıması yasak edilmiş, kimse Üzerinde silah bulundurmayacak diye ilan ve tenbih olunmuş. Günün birinde vaktin zabıtası Nasreddin Hoca'nın üzerini araştırdıkları sırada koca bir saldırma (büyük bıçak) bulmuşlar. Sen hükümetin yasağını duymadın mı deyince, Hoca: -Efendim hükümetin yasağını ben de duydum. İlla ve lakin ben duacınız medrese hocasıyım. -Hocalıkla saldırmanın ne münasebeti var? -Efendim, katipler bazı bazı harfleri, kelimeleri yanlış yazıyorlar. Ben bu saldırma ile o yanlışları kazır düzeltirim, deyince, zabıta memurları hayretle: -Küçücük bir harfi veya kelimeyi düzeltmek için koca saldırma mı taşımak lazım diye sormuşlar. Hoca: -Efendim, Bazen öyle yanlışlar oluyor ki, bu bile az geliyor, demiş.

HÜRRİYET

Ziya Gökalp bir aralık kızı Hürriyet'in ortada olmadığını gördü ve telaşla çamlara doğru bağırmaya başladı: -Hürriyet,Hürriyet...Hürriyet... Hüseyin Cahit acı bir gülüşle yanındakinin kulağına fısıldadı: -Ziya Bey Hürriyet'in kaybolduğunun yeni farkına vardı galiba!..

5 Ekim 2024 Cumartesi

TÜRKÇE BİLMEYEN POLİS

Siirt'e yeni atanan bir Vali İZZETTİN ÇAĞPAR'ın , Arapça konuşmayı yasakladığı dönemde bir arap siirtli hanımıyla birlikte kavurma ziyafeti için davetli olduğu kayınpederinin evinden geri dönüyorlarmış. O sırada, devriye gezen bir polis önlerine çıkmış. Elindeki feneri, Siirtlinin yüzüne tutup sormuş: -Gecenin bu saatinde nereden geliyorsunuz? demiş.  Siirtli -MIN BEYT EHMESİNDEN!“Kayınpederimin evinden” Sonra eklemiş. :-KELİYESİNDEN! KELİYE (KAVURMA) demek. Polis yine bir şey anlamamış Bunun üzerine Siirtli, geniş bir şekilde olayı anlatmağa başlamış:-RIHNA BEYT EHMESİNDEN, TAKTAKINDEN, RAKRAKINDEN, KELİYESİNDEN, GERGİŞ-MERGİŞ!Böyle konuşan Siirtli, sözüm ona Siirt’çe kelimelerin sonuna getirdiği (DEN) TAKISIYLA TÜRKÇE KONUŞTUĞUNU ZANNEDİYORMUŞ. Kurduğu uzun cümle ile polise anlatmak istediği de şuymuş:-Kayınpederlerimize gitmiştik. Kavurma yaptıkları için bizi davet etmişlerdi. Kapılarını TAK-TAK, RAK-RAK çaldık. Önümüze kavurma ve et koymuşlardı. İştahla yedik!polis,-Ne dediğinden hiçbir şey anlamadım, hadi yoluna devam et, git! demiş. Polisin eliyle yaptığı işaretin “yolunuza devam edin” anlamına geldiğini anlayan Siirtli, gururlanarak mahalli lisanla karısına söylenmiş:-yazık yazık Polis olmuş ama, daha Türkçe konuşmasını bilmiyor FATİH ARITÜRK

4 Ekim 2024 Cuma

CİHAN HARBİ MANZARALARI

Babam 12-13 yaşlarında aklı başında falan. Bir gün haber almışlar. Ulucami’nin arkasında iki asker kaçağı kurşuna dizilecek. Merakla gittik diyor. Caminin arkasına bir masa konmuş. Müftü efendi, kadı, Binbaşı orada. Divriği’deki askerî şube başkanı. Kadı, müftüden fetva almış, müftü “savaştan kaçanın cezası kurşunla öldürülmektir” demiş. Kadı da onun üzerine hüküm vermiş. Evvela birine iki üç kurşun attılar. O küt gitti. O arada müftü “Dur!” dedi kadıya. Ayağa kalktı. “Bunun ölümü buna ibret-i müessire oldu, bir askeri zayi etmeyelim, bunu derhal cepheye sevk edelim. Ama en ateş altı yere gitsin. Oraya gitsin de belki şehit olur, kaçma günahını dünyadayken öder.” demiş. O öylece kurtulmuş. .NECDET SAKAOĞLU

NOBEL YEMEĞİ

Nobel Ödülü sonrası ABD başkanı, Faulkner’ı Beyaz Saray’a yemeğe davet eder ama Faulkner bu yemeğe katılmaz. Gazetecilerin bu husustaki sorularına ise gayet net bir şekilde, “bir akşam yemeği için o kadar yol gitmek bana mantıklı gelmedi” diye cevap verir.

LUCREZİA'NIN KALEMİ

Papa VI. Alexander Vatikan savaşına giderken, Kilise idaresini eğitimli ve yetenekli kızı Lucrezia'ya teslim eder. Lucrezia bir mesele için Lizbon Kardinali'ne danışır. Lizbon Kardinali Lucrezia'yı sessizce dinler, ve “ Ama bu konuşmamızı kayda alacak biri gerekiyor der” Lucrezia Kardinal'e gayet güzel yazabildiğini söyler. Bunun üzerine Kardinal Lucrezia'ya Latince “Ubi est penna vostra?” diye sorar. Lucreazia, Kardinal'in sorusundaki kelime oyununu kavrar. “penna” o sıralar yazı aracı kuş tüyü olduğundan, “kalem” anlamına gelmektedir. Ama kelimenin ikinci anlamı da “penis”tir. Kardinal, Lucrezia'ya “Hani, nerede kalemin?” diye sorarken aslında penisi olmadığını ima etmektedir.  İşte Kadın yazarlar, erkek yazın dünyasında yer alabiliyorlarsa bu sadece kalemlerinin gücü sayesindedir. NAZLI ERAY

2 Ekim 2024 Çarşamba

DİMİTRİ'NİN CAMİSİ

50 Seçimlerinde İstanbul da hristyanların çokça olduğubir semtte okulsayısı yetmeyince kiliseler yok sayılıp camilere de oy sandıkları kurulmuştu. Rumlar arasında espri konusu olmuştu. Aralarında şakasını yapar olmuşlardı. --Dimitri nerde, gören oldu mu? --Evet, camiye gitti.

İTİNA İLE KUSTURULUR..

İstanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay, büyük bir içki düşmanıdır. İçki içip, olay çıkaranlar için bir ilkyardım hastahanesinde bir servis düzenliyor. İçkili yakalanan kimseler bu servise getirilip iğne vurularak kurturuluyor, eli yüzü yıkanarak salıveriliyor. Cumhuriyet gazetesi muhabiri Feyyaz Tokar , bu uygulamaya şahit oluyor. 25 yaşlarında Ahmet adında rizeli bir genç getiriliyor. iğne ile kusturularak kendine gelmesi bekleniyor. Adama kendini nasıl hissettiği soruluyor. --Ben diyor, İstanbul'un işgalin işgalinden beri içerim. Birkez bile kusmadım. DÜN akşam 15 liraya cacığıyla,turşusuyla, kebabıyla bir sofra kurmuştum. Şimdi burnumdan geldi. yazık oldu.