23 Temmuz 2020 Perşembe
3 NAL VE ŞAİRLER
Garip şairlerinin liseden arkadaşı olan Şinasi Baray o yıllarda Ankara'nın ünlü lokallerinden "Üç Nal"ın sahibidir. Babaannesinin Karağolan'daki konağının eskiden ahır olan bodrumunda açmıştır bu lokali. Melih Cevdet'in aktardığına göre yaman bir sanat yeteneği olan Şinasi, lisede tiyatro dekoru yaparmış ve lokalinin dekorasyonunu da kendisi yapmış. Babaanne açılıştan bir gün önce "Üç Nal"ın düzenlemesini görmeye gelir. Orhan Veli'de oradadır, bir direğe dayanmış içkisini yudumlamaktadır. Kadıncağız direğe bakarak istem dışı mırıldanır: "Eskiden merkebi oraya bağlardık." HALUK ORAL
schopenhauer bilgisi
Schopenhauer’in keskin zekası ile ilgili pek çok anektod anlatılıyordu. Bir keresinde yemek yiyenlerden biri onun basitçe, “Bilmiyorum” diye yanıtladığı bir soruyu sormuştu. Adam, “ Vay vay, sizin gibi büyük bir bilgenin her şeyi bildiğini sanırdım!” Deyince Schopenhauer, “Hayır, bilgi sınırlıdır, yalnızca aptallık sınırsızdır!
İranlı taksici
1988 Temmuz’unda Tahran havaalanında bize, İran cumhuriyetinin bir sonraki başkanının kim olacağını soran, bir taksi şoförüydü. Şaşkınlığımız karşısında şunları söyledi: “Canım, siz İngilizsiniz, dolayısıyla bizi kimin yöneteceğini bizden iyi bilirsiniz...” Sonunda şoför, Faransızların İngilizlerden daha az bilgiye sahip olduğunu kabul etti sadece. “ OLİVİER ROY
ilham
Şair Paul Valery, Albert Einstein ile yaptığı söyleşisinde, "Aklınıza aniden gelen iyi bir fikri yazmak için yanınızda not defteri taşıyor musunuz?" diye sormuş. Bu soru üzerine Einstein'in yüzünde nazik ama çok şaşkın bir ifade belirmiş. "Yoo, öyle bir gereksinimim olmuyor. Aklıma aniden iyi bir fikir gelmiyor çünkü. " diye yanıtlamış.
21 Temmuz 2020 Salı
DAVET
İkinci Abdülhamid son devirlerinde Edirne valiliğe ve kumandanlığında bulunan Müşir Arif Paşa Ramazan'da vilayet ve ordu erkanına çok zengin bir iftar düzenlerdi. Yine böyle bir Ramazan akşamı iftar edildikten sonra Paşa davetlilere: -Hadi efendiler, dedi namaz kılalım. Davetliler arasında bulunan Bektaşi canlardan biri ceketinin cebinden iftar davetiyesini çıkarıp baktıktan ve tekrar cebine soktuktan sonra Paşa'ya sokuldu: -Velinimetim, dedi, davetiyede yalnız iftar yazılı; namaza dair bir kayıt yok!.
KARŞILAŞMA
Falih Rıfkı Atay, Adana garında Halide Edip Adıvar ile Ermeni tehcirini yöneten Dr. Bahaddin Şakir 'in tesadüfi tanışmalarını anlatır. Tanışma sonrası Halide Edip, Falih Rıfkı' ya kızgınlıkla seslenir.
--Demin bana bir katilin elini sıktırdınız.
Bahaddin Şakir ise,asteğmen Falih Rıfkı'yı bir köşeye çeker.
--Senin gibi yetişme aşamasındaki kıymetli gençleri, bu kadınla temas etmekten men etmek lazım. ( ZEYTİNDAĞI)
20 Temmuz 2020 Pazartesi
MUKİM TAHİR
”Mukim Tahir bir gün program yapmak üzere Ankara Radyosu’na davet edilir. Gabardin şalvar, kırk düğme yelek gibi mahalli kıyafetler giymiştir. Tahir’in kaytan bıyıkları da dikkat çekicidir. Elinde sazı ile Ankara Radyoevi’ne girerken, orada görevli modern giyimli bir bayan Mukim Tahir’in şalvarına ve kaytan bıyıklarına bakarak alaylı bir şekilde gülümser. Bu davranış Mukim Tahir’in canını sıkar. Stüdyoya girerken bayandan adını sorar. Bayan, adının “Emine“ olduğunu söyleyince Mukim Tahir;
Kırmızı kurdele
Kör olasın Emine
Endim derelerine
Bilmem nerelerine
Kaytan bıyıklarımı
Sürem nerelerine
türküsünü hemen orada irticalen söyler.
Türkü bitince kendisi ile alay eden bayan, hatasını anlar ve üstadın elini öperek, özür diler. Mukim Tahir bu olay karşısında irticalen bestelediği “Kırmızı kurdele“ türküsünü daha sonra plağa okumuştur.(abuzer akbıyık )
SPİKER ŞAİRLER
Özdemir Asaf, birahanede o yıllarda “Cumhuriyet” gazetesinde çalışan gazeteci Özer Öztep ile oturmaktadır.
Bira faslı başlar.
Gecenin bir vaktinde başlarının üstündeki radyodan (O zamanlar televizyonlar nerde?) bir haber duyarlar.
Haberde İstanbul radyosuna erkek spiker alınacağı bildirilmektedir.
İki şair ve bir gazeteci o an spiker olmak için açılan sınava girmeyi kararlaştırırlar.
Ertesi gün saat 10.00’da dilekçeleriyle Elmadağ’daki Radyoevi’nin önünde buluşmak için sözleşirler.
Fakat üçü de kekemedir.
Özdemir Asaf, (R) harfini söyleyemez.
Örneğin “yavrum” derken “yavyum” demektedir.
(Özdemir Asaf’ın konuşmasıyla ilgili bir anekdotu da yazının düzenini bozmadan buraya sıkıştıralım.
Nüfus sayımı yapılmaktadır.
İlgili memurlar Özdemir Asaf’ların evine gelir.
Asaf’a soyadını sorduklarında, (asıl soyadı Arun’dur) ikinci eşi Yıldız Moran’a dönecek, “Hanım benim soyadım nedir?” diyecektir.)
Üç ahbap sabah Radyoevi önünde buluşurlar.
27 Mayıs olmuştur ve Radyoevi’nde askeri komutanlık vardır.
Komutanı görmek isterler.
Kapıdaki astsubay bunların yanına bir asker vererek komutana gönderecektir.
Komutan da Radyoevi Müdürü Salih Bey’e havale eder.
Salih Bey’in yanına giderler.
Salih Bey dilekçelerini okuyunca bir şey demez ve kalkar odasından çıkar.
Biraz sonra odaya, o tarihte Radyoevi müdür yardımcısı olan şair Baki Süha Ediboğlu girecektir.
Üçünü de yakından tanımaktadır.
Başlar kahkahayla gülmeye.
“Yahu arkadaşlar” diyecektir, “siz bir kere üçünüz de kekemesiniz. Nasıl olacak bu iş? Spikerlik sınavına nasıl gireceksiniz?”
Ümit Yaşar hemen sözü alır:
“Baki Bey, radyodaki ilanınızda yayımlanan şartlar içinde kekeme olanlar sınava giremez diye bir kayıt yok.”
Sonraları sınav işi sorulduğunda üçü de “Askeri idarede adamımız yoktu, o nedenle bizi kabul etmediler” diyecektir.REFİK DURBAŞ
ALİ RIZA SEPTİOĞLU
ALİ RIZA Septioğlu, renkli bir milletvekiliydi. Siyaset dünyasında asıl şöhretini, 1978'de Adalet Partisi'nden ayrılıp, "Onbirler" grubu içerisinde yer almasıyla yaptı..
AP saflarına veda edince, bir anda kendini, rüyasında bile göremeyeceği bakanlık koltuğunda buldu. Çünkü Bülent Ecevit'in hükümet kurabilmek için o 11 vekilin oyuna ihtiyacı vardı..
Meteorolojiden Sorumlu Devlet Bakanı olunca kırmızı plakalı araba kapısına dayandı. İlk şaşkınlığı, arabaya binip arka koltuğa bağdaş kurduktan sonra yaşadı. Ön koltuğa oturan koruma polisini azarladı :
"Ula gavat, bakan sen misin ben miyim ?!.."
İkinci şaşkınlığı, makam odasında otururken görevlinin sık sık kapıyı açıp, "Buyrun efendim, bir arzunuz mu var ?" diye sorup durmasıyla yaşadı. Septioğlu sinirlendi :
"Ne o içeri girip duruyorsun ? MİT misin, CIA mısın ? Bir rahat versene.."
"-Efendim, ama zile basıp siz çağırıyorsunuz ?.."
"-Ne zili ? Ben zile mile basmıyorum !.."
Odacı, utana sıkıla bakana ayağının altındaki zili gösterdi. Septioğlu, orada zil olduğunun bile farkında değildi..
Septioğlu'nu kutlamaya gelen müritleri sordular : "Şıhım, ne işine bakarsın ?.." Yanıtı kısa oldu : "Havaya, suya.." Meteoroloji diyemezdi ya !
Müritleri, Elazığ'a döndüler, gördüklerine haber verdiler : "Şıhım, Allah'a yaklaşmış !.."
Ortaokul mezunu olan Septioğlu, meteorolojiye müthiş ilgi gösteriyordu. "Acaba meteorolojinin tahminleri doğru muydu ?.." En çok merak ettiği buydu !.. Zaten genel müdürü de görevden almanın çaresini arıyordu. Bir gün memleketini aradı. Zaten bir zamanlar belediye başkanlığı yaptığı Palu'dan hiç kopmamıştı. Çok sayıda hemşehrisini meteorolojide işe yerleştirmişti.. Aklına bir plan geldi. Palu Belediye Başkanı'nı arayıp sordu. Palu'da yağmur yağdığını öğrenince Meteoroloji Genel Müdürü'nü arayıp Palu'daki hava durumunu sordu. Genel Müdür hemen karşılık verdi : "Palu'da hava, az bulutlu ve açık, yağış yok.."
"-Şimdi seni yakaladım, bilemedin !.."
Genel müdürün görevden alınması için hemen yazı yazdı ; gerekçesi de bu olaydı !..
AP saflarına veda edince, bir anda kendini, rüyasında bile göremeyeceği bakanlık koltuğunda buldu. Çünkü Bülent Ecevit'in hükümet kurabilmek için o 11 vekilin oyuna ihtiyacı vardı..
Meteorolojiden Sorumlu Devlet Bakanı olunca kırmızı plakalı araba kapısına dayandı. İlk şaşkınlığı, arabaya binip arka koltuğa bağdaş kurduktan sonra yaşadı. Ön koltuğa oturan koruma polisini azarladı :
"Ula gavat, bakan sen misin ben miyim ?!.."
İkinci şaşkınlığı, makam odasında otururken görevlinin sık sık kapıyı açıp, "Buyrun efendim, bir arzunuz mu var ?" diye sorup durmasıyla yaşadı. Septioğlu sinirlendi :
"Ne o içeri girip duruyorsun ? MİT misin, CIA mısın ? Bir rahat versene.."
"-Efendim, ama zile basıp siz çağırıyorsunuz ?.."
"-Ne zili ? Ben zile mile basmıyorum !.."
Odacı, utana sıkıla bakana ayağının altındaki zili gösterdi. Septioğlu, orada zil olduğunun bile farkında değildi..
Septioğlu'nu kutlamaya gelen müritleri sordular : "Şıhım, ne işine bakarsın ?.." Yanıtı kısa oldu : "Havaya, suya.." Meteoroloji diyemezdi ya !
Müritleri, Elazığ'a döndüler, gördüklerine haber verdiler : "Şıhım, Allah'a yaklaşmış !.."
Ortaokul mezunu olan Septioğlu, meteorolojiye müthiş ilgi gösteriyordu. "Acaba meteorolojinin tahminleri doğru muydu ?.." En çok merak ettiği buydu !.. Zaten genel müdürü de görevden almanın çaresini arıyordu. Bir gün memleketini aradı. Zaten bir zamanlar belediye başkanlığı yaptığı Palu'dan hiç kopmamıştı. Çok sayıda hemşehrisini meteorolojide işe yerleştirmişti.. Aklına bir plan geldi. Palu Belediye Başkanı'nı arayıp sordu. Palu'da yağmur yağdığını öğrenince Meteoroloji Genel Müdürü'nü arayıp Palu'daki hava durumunu sordu. Genel Müdür hemen karşılık verdi : "Palu'da hava, az bulutlu ve açık, yağış yok.."
"-Şimdi seni yakaladım, bilemedin !.."
Genel müdürün görevden alınması için hemen yazı yazdı ; gerekçesi de bu olaydı !..
şair soyguncu
Wells Fargo şirketi , gerçek adı Charles Earl Bowes olan Kara Bart adlı "şair"e son soygunundan dolayı dava açar. 6 yıl hapis cezası alan Bowles, tutukluluk süresinde de nezaketini gösterir ve iyi halden dolayı 4 yılda serbest bırakılır..
Hapisten çıktığı gün, Kara Bart ile kendisini kapıda bekleyen gazeteciler arasında şu konuşma geçer :
"-Bir daha suç işleyecek misiniz ?"
"-Hayır."
"-Şiir yazacak mısınız ?"
"-Suç işlemeyeceğimi söyledim ya !.."
Hapisten çıktığı gün, Kara Bart ile kendisini kapıda bekleyen gazeteciler arasında şu konuşma geçer :
"-Bir daha suç işleyecek misiniz ?"
"-Hayır."
"-Şiir yazacak mısınız ?"
"-Suç işlemeyeceğimi söyledim ya !.."
14 Temmuz 2020 Salı
ORHAN VELİ'NİN ARUZ ŞİİRİ
Orhan bir gün Boğaz Vapur’unda Yahya Kemal’e rastlıyor. Konuşmaya başlıyorlar. Yahya Kemal klasik bir şair olduğundan Garipçilerin şiirini hem önemsemiyor, hem de sevmiyordu. Ne olsa vapur yolculuğu, şurdan buradan konuşulduktan sonra, söz dönüp dolaşıp şiire geliyor. Yahya Kemal ‘Yeni şiirler
var mı' diyor.
'Var.'
‘Bir tane lütfetmez misiniz?’
Orhan nazlanmıyor.
‘Hay hay, üstadım’ diyor. Başlıyor okumaya. Orhan’ın birkaç aruz şiiri olduğunu biliyorum. Bunlardan Efsane adlı rubaisini okumaya başlıyor. Belleğimde kaldığı kadarıyla aşağı yukarı şöyle bir şey olacak: “Bir zamanlar bu gamhanede bir dem vardı... Gece bülbül ağaran fecre kadar ağlardı... O çağıltıyla beraber dövünürken def ü cenk... Bir güneş dalgalar
üstünde doğar rengârenk... Bu çağıltıyla bütün kahkahalar nağmeleşir... Dilde Yahya Kemal'in şarkısı şehnameleşir..."
Şiirin adı Efsane'dir.
'Çok güzel...’ diyor Yahya Kemal. Sonra duruyor, birkaç söz daha söylemek
gereğini duyuyor:
‘Orhan Bey, biraz daha gayret etseniz, bu sahada bizi geçeceksiniz.’
‘Üstadım, biz bunları ciddiye almıyoruz ki, karalama olsun, alay olsun diye yazıyoruz.’
var mı' diyor.
'Var.'
‘Bir tane lütfetmez misiniz?’
Orhan nazlanmıyor.
‘Hay hay, üstadım’ diyor. Başlıyor okumaya. Orhan’ın birkaç aruz şiiri olduğunu biliyorum. Bunlardan Efsane adlı rubaisini okumaya başlıyor. Belleğimde kaldığı kadarıyla aşağı yukarı şöyle bir şey olacak: “Bir zamanlar bu gamhanede bir
üstünde doğar rengârenk... Bu çağıltıyla büt
Şiirin adı Efsane'dir.
'Çok güzel...’ diyor Yahya Kemal. Sonra duruyor, birkaç söz daha söylemek
gereğini duyuyor:
‘Orhan Bey, biraz daha gayret etseniz, bu sahada bizi geçeceksiniz.’
‘Üstadım, biz bunları ciddiye almıyoruz ki, karalama olsun, alay olsun diye yazıyoruz.’
ARAMA İZNİ
Yıllar önceydi. Ortada ne Avrupa uyum yasaları vardı, ne de "olağan hal". Polis-asker istediği zaman, istediği evi basıp arar, kimse de gıkını çıkaramazdı. İnsanların götürülüp kaybedildiği o günlerde, kanunlarda açıkça yazılı olmasına karşın, "arama iznini" sormaya yürek isterdi. Aramalardan canına tak eden annem, avukat dayımdan sorup öğrendiği hakkını, o gün savunmakta kararlıydı.
İstediklerini yapmaya alışkın polisler, şaşkınlıklarını üzerlerinden atınca anamla alay etmişlerdi:
"Hangi fakültedensin teyze?
Annem umursamamış, "Arama izni olmadan evimin kapısını açmam" diye tutturmuştu. Polisler, o gün anneme inat, evi daha bir tarumar etmiş, bir şey bulamamanın ve annemin direnişinin acısını da beraberlerinde götürdükleri küçük erkek kardeşimden çıkarmışlardı -- dişini kırarak. Ama eve ancak o belgeyi getirdikten sonra girebilmişlerdi. Annemin okuyamadığı o belgeyi.
Annemin okuma-yazması yok..ROJBİN TUGAN KALKAN
Cami de kadınlar
Geçtiğimiz ramazanın Kadir Gecesi'nde teravih namazini kilmak için
Camiye gittim. Erkekler alt bölümde, kadinlar ise perdeyle ayrilmis üst
Bölmede hep birlikte namaza durduk. Kadinlar her defasinda secdeye 3-4
Saniye geç vardiklarindan, üstten gelen ses ile bizim hareketlerimiz
Arasında bir uyumsuzluk basgösterdi. Bu keyfe keder "senkronizasyon
Sorunu" mahalle imamimizin, akillara ziyan bir sekilde duruma müdahale
ederek üst kata seslenmesi ile son buldu:
"Bayanlar! Geç kalmayin, erkeklerle yatip, erkeklerle kalkin!
Camiye gittim. Erkekler alt bölümde, kadinlar ise perdeyle ayrilmis üst
Bölmede hep birlikte namaza durduk. Kadinlar her defasinda secdeye 3-4
Saniye geç vardiklarindan, üstten gelen ses ile bizim hareketlerimiz
Arasında bir uyumsuzluk basgösterdi. Bu keyfe keder "senkronizasyon
Sorunu" mahalle imamimizin, akillara ziyan bir sekilde duruma müdahale
ederek üst kata seslenmesi ile son buldu:
"Bayanlar! Geç kalmayin, erkeklerle yatip, erkeklerle kalkin!
KÜRT AZİZ
"(...) Cudi Dağı'ndan 14 Eylül 1992'de Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Mustafa Ekmekçi, Onur Kurulu Üyesi Aziz Nesin ve Veli Özdemir'den oluşan heyet Şırnak'a gitti.
"Görüşmede tuğgeneral Mete Sayar, belki de 'Şırnak'ı kim bastı' tartışmasını sona erdirecek bir cümle söyledi: 'Ben burada güzel bir tablo yapmaya çalışıyorum. Bu tabloya küçük bir leke yapmaya kalkarlarsa o tabloyu Şırnaklıların başına geçiririm. Nitekim geçirdim de...'
"Aziz Nesin bu sözün altında kalmamıştı: 'Siz kentin girişine 'Ne Mutlu Türküm Diyene' yazmışsınız. Ben katıksız bir Türküm ama mutlu değilim. Bir Kürt nasıl mutlu olsun'." CELAL BAŞLANGIÇ
"Görüşmede tuğgeneral Mete Sayar, belki de 'Şırnak'ı kim bastı' tartışmasını sona erdirecek bir cümle söyledi: 'Ben burada güzel bir tablo yapmaya çalışıyorum. Bu tabloya küçük bir leke yapmaya kalkarlarsa o tabloyu Şırnaklıların başına geçiririm. Nitekim geçirdim de...'
"Aziz Nesin bu sözün altında kalmamıştı: 'Siz kentin girişine 'Ne Mutlu Türküm Diyene' yazmışsınız. Ben katıksız bir Türküm ama mutlu değilim. Bir Kürt nasıl mutlu olsun'." CELAL BAŞLANGIÇ
Edebi ırkçılık
Beşir Ayvazoğlu’nun o enfes “Peyami” kitabında okumuştum.
Yahya Kemal ve Peyami Safa meyhanede koyu sohbete dalmışlar.
Garsonun Rum olduğunu keşfettiklerinde de ikisi birden insiyaki olarak “Türk’e de Rum garson lâyık, Türk’e de Rum garson lâyık” diye şen şakrak gülmeye başlamışlar. hadi uluengin
Garsonun Rum olduğunu keşfettiklerinde de ikisi birden insiyaki olarak “Türk’e de Rum garson lâyık, Türk’e de Rum garson lâyık” diye şen şakrak gülmeye başlamışlar. hadi uluengin
silah sebebi
60'lı yıllarda bir Urfa'lıya
--Neden geceleri bu kadar silah sıkıyorsunuz? diye sormuşlar.
Urfalı tüm samimiyetiyle cevaplamış.
-- Bilsinler ki bizim evde silah var
9 Temmuz 2020 Perşembe
BAŞBAKAN YETKİSİ
Rahmetli Menderes’e atfedilen bir anektod vardır, bilmem doğru mudur, yalansa Rahmetlinin çok kabarık olduğunu düşünmediğim günahını almış olacağım.
1957 yılında çıkan düşük büyüme oranının iki puan arttırılmasını ister Menderes ama bürokratlar bunun mümkün olamayacağını söylediklerinde de “Arkadaşlar, bir Başbakanın bu kadar da mı yetkisi yok?” diye sorar.ESER KARAKAŞ
7 Temmuz 2020 Salı
cennet taşı
zengin bir hayırsever ölüm döşeğindedir ve adamcağız servetini çok sevmektedir. allah'a servetini de öteki dünyaya götürebilmek için dua eder, gökten "olmaz" diye bir ses gelir. defalarca eder, sonuç yine aynı... en sonunda "hiç değilse bir bavul götüreyim" deyince duası kabul edilmiş, yine gaybdan ses gelmiş. adamcağız bir valizin içini doldurmuş, yanına almış. öte tarafta melekler adamı altından yolları olan cennete götürürken kapıdaki melek; "bununla giremezsin, dünyadan bir şey getirmek yasak" demiş. adam da izin aldığını, bunu tanrıya sorabileceğini söylemiş. kabul etmiş melek, "yalnız demiş, ne var içinde merak ettim". adam külçe külçe altınları gösterince; "ne yani getire getire kaldırım taşı mı getirdin!" demiş.
Arapların dili
Türkiye’den hacca giden köylünün söylediği şeyi gülünecek bir fıkra gibi dinlememeli: ‘‘Arapların ezanı Türkçe, Kur’an’ı Türkçe ama konuşmaya gelince karıştırıyorlar.’ ismet özel
AMERİKA DA DARBE
Latin Amerikada dolaşan bir fıkra vardır: amerika birleşik devletlerinde neden askeri darbe olmadığını biliyor musun? Çünkü orada amerikan büyükelçisi yoktur da ondan.
4 Temmuz 2020 Cumartesi
kürt memet
“Muhafız Alayı erlerinden ikisi Çankaya köşkünün bahçesinde güreşe tutuşmuş, diğer erler de onları seyrediyordu. Otomobillerin sesi, erlerin hemen kaçışmasına sebep olmuştu. Atatürk köşke geliyordu. Büyük Ata otomobilini durdurdu ve bir el işaretiyle kaçışan erleri yanına çağırdı. Bilhassa gömleğini, fanilasını giymeye vakit bulamayan pehlivan erlerden biri fazla heyecanlıydı. Ata’nın yanına korka korka yanaştı. ‘Ne yapıyorsunuz burada?’ Ata’nın sualine bir onbaşı cevap vermişti: ‘Güreşiyorduk Paşam!’ Ata memnun olmuştu, çünkü güreşi pek severdi. ‘Peki, dedi, devam edin öyleyse!’ Erler çekingenlik gösterince, Atatürk ısrar etti: ‘Güreşin güreşin, dedi, ben de seyredeceğim. Yalnız önce kimin başpehlivan olduğunu öğreneyim.’ Ata’nın yanına gelen yarı soyunuk, çok heyecanlı olanı bir adım öne çıktı: ‘Benim Efendim’. ‘Adın ne senin?’ ‘Kürt Memet’. ‘Kürt’ sözünü duyan Atatürk kaşlarını çatmıştı, fakat bir an sonra tekrar mütebessim bir çehre ile pehlivana mukabelede bulunmuşlardı: ‘Kurt gibi kuvvetli olduğun için mi sana Kurt Memet diyorlar?’ ‘Kürt Memet’ köylüydü, okumamıştı ama Ata’nın kasdetmek istediğini hemen kavradı: ‘Evet Paşam, dedi, benim adım Kurt Memettir. Yanlış söyledim demin.” ( Hikmet Tanyu Atatürk ve Türk milliyetçiliği)
3 Temmuz 2020 Cuma
SİVİL İTAATSİZLİK
Henry Thoreau’nun “Sivil İtaatsizlik” kavramını oluşturduğu, ABD-Meksika Savaşı devam ettiği sıralarda, “ödediğim vergi bir adam öldürmek üzere, başka bir adam veya tüfek satın almaya yaramasın” diyerek vergi vermeyi reddedince hapis cezasına çarptırılır.
Kendisi gibi özgürlükçü düşünceyi benimsemiş kardeşi gibi sevdiği arkadaşı Ralph Waldo Emerson, arkadaşını görmek üzere hücresine gittiğinde aralarında şöyle bir konuşma geçtiği anlatılır.
- Henry, neden buradasın?
- Waldo, sen neden burada degilsin? YÜRÜMEK -HENRY THOREAU
Kendisi gibi özgürlükçü düşünceyi benimsemiş kardeşi gibi sevdiği arkadaşı Ralph Waldo Emerson, arkadaşını görmek üzere hücresine gittiğinde aralarında şöyle bir konuşma geçtiği anlatılır.
- Henry, neden buradasın?
- Waldo, sen neden burada degilsin? YÜRÜMEK -HENRY THOREAU
MUSTAFA KEMAL VE ENVER PAŞA
Mustafa Kemal'in Çanakkaledeki başarısı sonrası diğer komutanlar onun rütbesinin artırılmasını Enver Paşa'ya teklif ederler ve şu şekilde bir anektod yaşanır
Enver Paşa :
-O hiçbir şeye memnun olmaz.General olur,korgenerallik ister.Korgeneral olur, orgenerallik ister.Orgeneral olur, müşirlik ister.Müşir yaparsanız bununla da yetinmez, padişahlık ister!
Mustafa Kemal :
Ben Enverin bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim...TEK ADAM ŞEVKET S. AYDEMİR.
Enver Paşa :
-O hiçbir şeye memnun olmaz.General olur,korgenerallik ister.Korgeneral olur, orgenerallik ister.Orgeneral olur, müşirlik ister.Müşir yaparsanız bununla da yetinmez, padişahlık ister!
Mustafa Kemal :
Ben Enverin bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim...TEK ADAM ŞEVKET S. AYDEMİR.
S. DEMİREL
Yıllar önce Demirel'e sormuşlar: "Genelevlerini kapatacak mısınız?" diye. Demirel de yapıştırmış cevabı: "Kerhaneleri kapatalım da millet bizi mi ......?"
TELGRAF
2. Dünya savaşıyla ilgili bir anektod
Almanlar, “Bizim cephede durum ciddi, ancak feci değil,” diye bir mesaj gönderir; Avusturyalılar da cevap verir: “Bizim cephedeyse durum feci, ama ciddi değil.” SLAVOJ ZİZEG
Almanlar, “Bizim cephede durum ciddi, ancak feci değil,” diye bir mesaj gönderir; Avusturyalılar da cevap verir: “Bizim cephedeyse durum feci, ama ciddi değil.” SLAVOJ ZİZEG
CAN YÜCEL ÇEVİRİSİ
Can Yücel, çevirilerinde Türk dili ve kültürüne çok sadıktır. Shakespeare'nin şiiri 66. Soneyi çevirdiği zaman eleştirilere maruz kalır. Bu eleştirilere verdiği cevap ise dumur eder insanı:
"O orospu çocuğu Shakespeare Türkçe bilseydi bu şiiri böyle yazardı!"
"O orospu çocuğu Shakespeare Türkçe bilseydi bu şiiri böyle yazardı!"
ALİ ULVİ
Karikatür den söz açılınca Tarık Minkari hoca,
--Ya ben Ali Ulvi Ersoy'un karikarürlerini çok severdim. Ama adam çok küçük çiziyor birader
deyince Tan Oral abimiz konuya açıklık getirdi.
--Ali abi,keyif adamıydı. Hemen hemen hiç dışarı çıkmaz. Ufacık balkonunda demlenerek çizerdi. Numaralı gözlüğünün bir camı kırılmıştı.Kağıdı masaya koyar.2 büklüm üzerine eğilirdi.Gözünde gözlük.Gözlüğün camsız kısmı içinde elinde lup.
--Tarık abi, anladım dedi.
--İstese de büyük çizemezmiş. (Akdağ saydut)
İLHAN SELÇUK VE DİZGİCİ
İlhan Selçuk, Dolmuş dergisini yayımlarken bir gün dizgici, onun odasına girer. “İlhan Bey, on altıncı sayfadaki karikatürün resimaltı yazısı yok”. İlhan Selçuk, “Sen aşağıya in, ben birazdan gönderirim”, der. Kısa sürede dergi basılır. On altıncı sayfadaki karikatürün resim altında şu yazmaktadır: “Sen aşağıya in, ben birazdan gönderirim.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)